TARİHİN GÖRKEMLİ KAYBEDENLERİ

Başlatan RekarnO, 24 Nisan 2009, 00:37:17

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Tarihin görkemli kaybedenleri!
"Tarih her zaman kazananların yanındadır" denir hep. Tarih yazıcılar hep kazananları, savaş meydanlarından sağ çıkan, ayakta kalanları, onların sözlerini yazdı. Ancak öyle görkemli kaybedenler vardı ki adları halkların hafızalarına kazındı günümüze kadar geldi. Tarih yazıcılar da onları görmezden gelemedi.

Onların hepsini anlatmak imkansız. Birçok insan oldu tarihte yanlış gördüğünün karşısına dikilen. Bunların pek azı başarılı oldu. Ancak nihayetinde iyiyi, onurluyu savunarak tarihte kaybedenler, halkların vicdanında kazanan olmayı başardı.

TARİHİN İLK GERİLLASI: VİRİATHUS

Tarihte görkemli kaybedenler denilince akla gelen ilk isimlerden biri Roma ordularına karşı direnen Viriathus'tur. M.Ö. 139 yılında Romalılar tarafından öldürüldüğünde Viriathus ünü çoktan İberya'nın büyük savunucusu olarak yayılmıştı.

Doğum tarihi belli olmayan Viriathus'un tam kökeni de belli değildir. Sadece Yunan tarihçi Diyotorus Siculus, Viriathus'un Lusitanyan köklerine işaret eder. Dönemin bir diğer tarihçisi Livy ise Viriathus'un okyanus kıyısında yaşayan bir kabilden geldiğini ve önce çoban, ardından avcı, bunun ardından da asker olduğunu yazar.

Viriathus tarihe göre Romalılara karşı direnmeden önce yoktur, O'nu Viriathus yapan, tarihe geçiren bu direniştir.

Romalı tarihçi Appian'a göre Viriathus, Roma Konsülü Galba'nın M.Ö. 150 yılında Lusitanyan savaşçılarına karşı giriştiği büyük katliamdan kurtulan bir avuç askerden biridir. 20 bin Lusitanyan'ın öldürüldüğü bu katliamdan sadece iki yıl sonra Viriathus, Lusitanyan ordusunun başına geçer.

Romalı tarihçilere göre Viriathus'un çok güçlü bir fiziği vardı; iyi bir stratejist ve çok zeki bir komutandı. Ünlü Romalı tarihçi Polybius onunla savaşı "ateşle savaş" olarak nitelendiriyordu. Viriathus birçok komutanın aksine soylu bir aileden gelmiyordu. Ülkedeki tüm aristokratk aileleri kayıt altına alan Romalılar Viriathus'tan hiç bahsetmemişti.

Katliamdan iki yıl sonra İberya'da büyük bir ayaklanma başlatıldı. Bu ayaklanmayı bastırmak için Romadan Caius Vetilius komutasında bir lejyon gönderildi. Vetilius, ayaklananların büyük bir kısmını kılıçtan geçirdi. Geriye 1000 kadar isyancı savaşçı kalmıştı. Bu savaşçıların arasında Viriathus da bulunuyordu.

Viriathus savaşta nasıl bir taktik izleneceğine ilişkin düzenlenen toplantıya sıradan bir savaşçı olarak katıldı ve bir komutan olarak çıktı. İsyancıların başına geçen Viriathus Roma ordusu saldırdığı anda 1000 adamını daha sonra başka bir noktada buluşmak üzere ayrı yönlere küçük gruplar halinde dağıttı. Romalıların 10 bin kişilik gücünü bu şekilde bölen Viriathus, hızlı adamları sayesinde isyancıları savaş meydanından sağ salim kurtarmayı başardı.

M.Ö. 149 yılında Viriathus, Roma lejyonuna karşı Tribola'da bir dizi saldırı gerçekleştirdi. Gerilla taktikleri kullanan Viriathus, aralarında lejyonun kumandakı Caius Vetilius'un da bulunduğu 4 bin Roma askerini öldürdü. Bu olayın ardından Viriathus üzerine gönderilen Romalı komutanlar Gaius Platius, Claudius Unimanus ve Gaius Negidius'un başında bulunduğu Roma ordularını yendi.

Roma bunun üzerine 15 bin asker ve 2 bin atlıdan oluşan büyük bir orduyu İberya'ya gönderdi ancak bunların da büyük bir bölümü Viriathus'un savaş taktikleri karşısında yok oldu. Roma bu kez en iyi generali Fabius Maximus Servilianus'u Viriathus'un üzerine saldı. Roma ordusu Sierra Morena yakınlarında Viriathus'un pususuna düştü. Ancak Viriathus burada Romalıların kendisine yaptığı anlaşma teklifini kabul etti. Servilianus Viriathus ile bir barış anlaşması imzaladı. Anlaşma Roma Senatosu tarafından da onaylandı.

Romalılar bu süreç içerisinde Lusithanyalıların direnişinde Viriathus'un liderlik rolünü anlamıştı. Bu yüzden savaş meydanında çarpışmaktan ziyade önce O'nu ortadan kaldırmaya karar verdiler.

Viriathus'un İtalya'ya barış için gönderdiği elçileri Audax, Ditalcus ve Minurus burada Roma senatörü Marcus Popillius Laenas tarafından satın alındı ve üçlü İberya'ya geri döndüklerinde Viriathus'u çadırında uyurken öldürdü.

Viriathus'un ölümünün ardından her ne kadar Lusihanya halkının direnişi sürdüyse de Roma'nın genişlemesi durdurulamadı
Mesajı Paylaş
  • Gösterim 4,851 
  • Askeri Tarih
  • 5 Yanıtlar



TARİH EN GÖRKEMLİ KAYBEDENİ: SPARTAKÜS!

Spartaküs tüm dünya tarihinin belki de en ünlü kölesidir. M.Ö. 120- M.Ö. 70 yılları arasında yaşayan Spartaküs'ün yenilgisi de tarihin en görkemli yenilgilerinden biridir.

Romalı tarihçilere göre Spartaküs'ün kökeni Trakya'ydı. Burada köle tüccarlarının eline düşen Spartaküs, Roma ordusuna verilmiş ve birçok savaşta yer aldıktan sonra Romalı senatör Lentulus Batiatus'un gladyatör okuluna satılmıştı.

Spartaküs bu okuldan M.Ö 73 yılında 69 arkadaşıyla birlikte kaçarak Naples'e sığındı. Silah olarak kullanabilecekleri ne varsa yanına alan bu gladyatörlere yolda rastladıkları çok sayıda kaçak köle de katıldı.

Spartaküs ve yanındakilerin önemli bir bölümü İtalya'nın dışından değişik Avrupa ülkelerinden gelen kölelerdi. Ve bu köleler kendi ülkelerine geri dönmek istiyordu. O yüzden Vezüv geçidinde karşılarına çıkan Roma ordusunu yenerek kuzeye doğru yürüyüşe geçtiler.

Spartaküs, Roma ordusunda görev yaptığı dönemde savaş taktikleri konusunda ciddi bir birikime sahip olmuştu. Kendisi de son derece zeki biri olan Spartaküs, kısa bir sürede isyancı kölelerden disiplinli bir ordu yarattı. Kuzeye doğru giderken iki Roma lejyonunu yok etti.

M.Ö. 72 yılında Spartaküs, karşısına çıkan 30 bin kişilik Roma ordusunu yendi. Bu sırada Spartaküs'ün yanından ayrılan Crixus adlı köle ve onun arkadaşları Romalılar tarafından öldürüldü. Spartaküs bu olaydan sonra 2 Roma lejyonunu daha dağıttı. Alplere kadar ilerleyen köle ordusu dağları aşıp kendi yurtlarına dağılabilirdi ancak bu noktada Spartaküs ve yanındakiler fikir değiştirdi ve yeniden güneye yöneldi. Yolda iki Roma lejyonunu daha yenen Spartaküs yılsonunda ülkenin en güney ucundaki Messine boğazına kadar ulaşmıştı.

Spartaküs burada kendilerini Sicilya'ya geçirecek olan Kilikyalı korsanların ihanetine uğradı. Reggina yakınlarında sıkışan Spartaküs ilk kez yenilgiye uğradı ve Birindisi'ye kaçtı. Birindisi yakınlarındaki Silarus nehrinde Romalılarla çarpışan köleler arasında bulunan Spartaküs'ün burada öldürüldüğü tahmin ediliyor.

Spartaküs'ün ölümünün ardından köle ordusu tamamen dağıtıldı. 6 bin 600 köle Appia'dan Roma'ya kadar uzanan yolda çarmıha gerildi. Romalılar bütün çabalarına rağmen Spartaküs'ün ne ölüsünü ne de dirisini bulabildi. Zira O'nu diğer kölelerden ayıran hiçbir işaret ya da simge yoktu
Mesajı Paylaş

#2
MİLYONLARIN KALBİNDEKİ İMAM: HZ. HÜSEYİN

Hz. Hüseyin, peygamber Hz Muhammed'in torunu, 4. halife Hz Ali'nin de oğludur. Hz Ali'nin öldürülmesinden sonraki dönemde ağabeyi Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin dışında, Hz. Muhammed'le kan bağı bulunan kimse hayatta değildi. Bu nedenle iki kardeşin halife olmasına kesin gözüyle bakılıyordu.

Hz Ali'nin 661 yılında öldürülmesinin ardından İslam dünyasında yeni Halifenin kim olacağı tartışılmaya başlandı. O dönemde İslam devleti içindeki en etkili ailelerden olan Emeviler ve bu ailenin başındaki Muaviye halifeliğin kendilerine verilmesini istiyordu. Ancak büyük bir kesim Hz. Hasan'ın halife olmasını istiyordu.

İki taraf arasında yaşanan çatışmanın büyümemesi için Hz. Hasan, Muaviye'nin halifeliğini kabul etti. Ancak Muaviye, işler kötüye gittiği zaman adı halifelik için ilk gündeme gelecek isim olan Hz Hasan'ı zehirleyerek öldürttü.

Hz. Hasan'ın takipçileri bu tarihten sonra kardeşi Hz. Hüseyin'i başa geçirdiler. Hz. Hüseyin Muaviye ile iktidar kavgasından uzak durdu ancak kendi cemaatini de korudu. Hz. Hüseyin'in Muaviye'den sonra halife olması bekleniyordu.

Ancak Muaviye bu tehlikeyi gördüğü için henüz yaşadığı sırada, 680 yılında oğlu Yezid'i halife olarak ilan etti ve kimsenin buna karşı çıkmaması için halkın huzurunda O'na biat etti. Yezid bu hamleden sonra İslam dünyasının en etkin ismi olan Hz Hüseyin'in kendisine biat etmesini istedi. Hz. Hüseyin'in cevabı ise oldukça sertti: ""Biz, nübüvvet Ehl-i Beyt'i ve risalet madeniyiz. Yezid ise fasık, şarap içen ve adam öldüren birisidir. Benim gibi birisi onun gibi bir kimseye biat etmez..."

Hz. Hüseyin, Medine'de korunamayacağını görünce 682 yılında Mekke'ye göç etti. Bu sırada İslamiyetin önemli merkezlerinden biri olan Kufe'den kendisine cemaat adına gönderilen bir mektup Hz. Hüseyin'in eline ulaştı. Mektupta Hz. Hüseyin güvenliği için Kufe'ye davet ediliyordu.

Hz. Hüseyin önce bir elçisini Kufe'ye gönderdi. Elçiyi gören Kufeliler O'nun önünde eğilip biat ettiler. Elçi bu durumu Hz. Hüseyin'e bildirdi. Ancak bu meseleden halife Yezid de haberdar olmuştu. Yezid birçok adamını Hz. Hüseyin'in üzerine saldı ancak bu çabaların hepsi başarısız oldu. Hz. Hüseyin, Mekke'den ayrılarak Kufe'ye doğru yola çıktı.

Hz. Hüseyin ve kafilesi yolda Yezid'in orduları tarafından çöle sürüldü. Suya ulaşmaları engellendi. Ve sonunda Kerbela yakınlarında Yezid'in askerleri tarafından vahşi bir şekilde öldürüldü. Hz. Hüseyin'in buradaki direnişi de dillere destan oldu. Öyle ki Hz. Hüseyin'in katlediği "Aşura" günü orada bulunan Haccac bin Abdullah şöyle dediği rivayet edilir:

"Allah'a ant olsun ki, oğlu, kardeşi, kardeş oğulları, akrabaları ve yaranları öldüğü halde onun (İmam Hüseyin) gibi direnişli, sebatlı, şecaatli ve yiğit birisini ben görmedim. Allah'a ant olsun ki ondan önce ve ondan sonra onun gibi birisini görmedim. İmam Hüseyin düşman ordusuna saldırdığında, kurt korkusuyla dağılan keçiler gibi, İmam'ın sağ ve solundan öylece kaçıyorlardı."

Hz. Hüseyin öldürüldüğü yere yakın olan Kerbela kasabasına gömüldü. Taraftarları daha sonra onun mezarı üzerine İmam Hüseyin Türbesini yaptı. Türbe halen Þiilerin en kutsal mekanı konumundadır.

İmam Hüseyin'in savaş alanında kesilen başının bugün İsrail sınırları içinde bulunan Aşkelon'a götürüldüğü bildirilir. Burada Fatimi halifeler tarafından alınarak Kahire'ye getirilen kesik baş, Fatimi sultanlarının gömüldüğü bir mezarlığa gömülür. Görgü tanıklarının ifadelerine göre baş, olayın üzerinden yüzyıldan fazla zaman geçmesine rağmen çürümemişti ve yüzündeki kan izleri olduğu gibi duruyordu.


Mesajı Paylaş

BİZİM JOHN BALL: ÞEYH BEDREDDİN!

"Kuvveti ilmi, sırrı tevhidi gerçeklendirip biz, milletlerin ve mezheplerin kanunlarını iptâl edeceğiz" diyerek yola çıkan Þeyh Bedreddin, kimilerine göre tarihin ilk komünistidir. İnsanın insan üzerindeki tahakkümünü tamamen reddeden Þeyh Bedreddin, aykırı fikirlerini geniş ve çok farklı kesimlerden halk kitlelerine benimsetmiş nadir liderlerden biridir.

Þeyh Bedreddin bugün Yunanistan sınırları içerisinde bulunan Simavne kasabasında dünyaya geldi. Doğum tarihi kesin olmamakla birlikte birçok kaynak Þeyh'in 1359'da doğduğunu yazar. Babası Simavne kadısıdır. Bu nedenle "Simavne kadısı oğlu Þeyh Bedreddin" olarak anılacaktır. Annesi ise sonradan Müslümanlığı seçen bir Rum'dur.

O dönemlerde Osmanlı'nın başkenti Edirne'dir. Þeyh Bedreddin de Edirne'de eğitimine başlar ve dönemin ünlü İslam alimlerinden dersler alır. Bursa'da da Koca Efendi'den astronomi ve matematik dersleri alan Þeyh Bedreddin, Konya'da ise dönemin ünlü alimi Feyzullah Efendi'den mantık ve astronomi öğrenir.

Anadolu'da edindiği bilgilerle yetinmeyen Þeyh Bedreddin dönemin ilim merkezi Kahire'ye geçer. Þeyh Bedreddin, Memlük sultanı Berkuk'ın sarayında 3 sene kalır ve bu süreçte alim Hüseyin Ahlati'nin öğrencisi olur.

Ahlati kendisini en iyi anlayan isim olduğunu düşündüğü Þeyh Bedreddin'i vasi olarak atar. Ahlati'nin müritlerinin bu duruma tepki göstermesi karşısında Bedreddin, Anadolu'ya döner.

Bu sırada Bedreddin'in ünü yayılmış ve Anadolu'nun dört bir yanında O'nu müritleri karşılar olmuştur. Aydın'ın Nizar köyünde Börklüce Mustafa ve Domaniç'in Sürme köyünde de Torlak Kemal'le tanışır. İkili Þeyhle konuşmalardan sonra O'nun müridi olurlar.

Edirne'ye yerleşen Þeyh Bedreddin, 1402 yılında başlayan Fetret Devri'nde Musa Çelebi'nin kazaskerliğini yapar. Bu sırada Börklüce Mustafa'yı yanına aldırır. Torlak Kemal de sık sık Edirne'ye gidip gelir. Ancak Þeyh 1413 yılında iktidar mücadelesini Mehmet Çelebi kazanınca kendisi İznik'e sürülür.

Þeyh İznik'e sürüldükten sonra Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa memleketlerine dönerek Osmanlı idaresinden rahatsız olan köylüleri ve dervişlerin katıldığı bir isyana kalkar. Karaburun ve çevresinde yoğunlaşan isyancılar üzerlerine gönderilen Saruhan Beyinin ordusunu yener. İsyancıların üzerine sürülen Osmanlı ordusu ise zafer kazanır. Tüm isyancılar Börklüce Mustafa'nın gözü önünde öldürülür. Kendisi de bir deve üzerinde çarmıha gerilir ve bu şekilde gezdirilir.

İsyanın patlak verdiği sırada Þeyh Bedreddin, İsfendiyar Beyliğine sığınır. Sinop üzerinden Eflak'e giden Þeyh, Edirne'ye dönmek üzere yola çıktığı sırada Osmanlı tarafından ele geçirilir ve Serez çarşısında asılır.

Nazım Hikmet'in "Þeyh Bedreddin Destanı" adlı eserinde Þeyh'in idamı şöyle anlatılır:

"Dönüldü Bedreddine.

Denildi: «Sen de konuş.»

Denildi: «Ver hesabını ilhadının.»

Bedreddin

baktı kemerlerden dışarı.

Dışarda güneş var.

Yeşermiş avluda bir ağacın dalları

ve bir akarsuyla oyulmaktadır taşlar.

Bedreddin gülümsedi.

Aydınlandı içi gözlerinin,

dedi:

— Mademki bu kerre mağlubuz

netsek, neylesek zaid.

Gayrı uzatman sözü.

Mademki fetva bize aid

verin ki basak bağrına mührümüzü..

Yağmur çiseliyor,

korkarak

yavaş sesle

bir ihanet konuşması gibi.

Yağmur çiseliyor,

beyaz ve çıplak mürted ayaklarının

ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi.

Yağmur çiseliyor,

Serezin esnaf çarşısında,

bir bakırcı dükkânının karşısında

Bedreddinim bir ağaca asılı.

Yağmur çiseliyor.

Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.

Ve yağmurda ıslanan

yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin

çırılçıplak etidir.

Yağmur çiseliyor.

Serez çarşısı dilsiz,

Serez çarşısı kör.

Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü

Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.

Yağmur çiseliyor".


TUPAC AMARU: O'NU PARÇALAMAK İSTEDİLER AMA PARÇALAYAMADILAR

O'NU ÖLDÜRMEK İSTEDİLER AMA ÖLDÜREMEDİLER

19 Mart 1742 tarihinde Peru'nun Cusco şehri yakınlarındaki Tinto köyünde doğan Tupac Amaru, 1780 yılında İspanyol işgalcilere karşı gerçekleştirilen yerli isyanını öncüsüdür. Güney Amerika'daki ilk bağımsızlık hareketlerinden birini başlatan Tupac Amaru, Peru'nun modern bağımsızlık hareketine de ilham kaynağı oldu.

Tupac Amaru'nun gerçek adı José Gabriel Condorcanqui'ydi. San Fransisco de Borja Okulunda Jesuit eğitimi alan Tupac Amaru, bölgedeki etkin ailelerden birinden geliyordu. 18 yaşında büyükbüyükbabasının ismini alan Tupac Amaru, yerli kabilelerin başına geçti ve İspanyollara karşı bir isyan başlattı.

İsyanın ilk günlerinde Tupac Amaru'nun güçleri bölgedeki tüm İspanyol askerlerini ve İspanyol Vali Antonio de Arriaga'yı öldürdü.

Tupac Amaru'nun isyanı aslında çok belirleyici bir isyan değildi. Son 50 yıl içinde buna benzer birçok isyan olmuştu. Nitekim Tupac Amaru da üzerine gönderilen İspanyol ordusuna karşı direnemedi ve esir düştü.

Bu isyanı ve Tupac Amaru'yu ölümsüz kılan O'nun infaz edilme şeklidir.

Tupac Amaru yakalandıktan sonra önce eşi, büyük oğlu Hipolito, dayısı Fransisco ve kayınbiraderi Antonio Bastidas'ın idamını izleme daha sonra da kolları ve bacakları dört ayrı ata bağlandıktan sonra vücudunun parçalanması yöntemiyle ölüme mahkum edildi.

Tupac Amaru, sevdiklerinin idamını izledi. Daha sonra kol ve bacakları dört ata ayrı ayrı bağlandı ve atlar ayrı yönlere sürüldü. Ancak Tupac Amaru'nun vücudu 4 atın gücüne dayandı ve parçalanmadı.

Bunun ardından İspanyollar Tupac Amaru'yu daha önce büyükbüyükbabasının infaz edildiği alana götürdü ve burada baltalarla keserek idam etti.

Tupac Amaru'nun arkasından yazılan destanda şu mısralar yer aldı:

Querrán romperlo y no podrán romperlo ("O'nu parçalamak isteyecekler ama parçalayamayacaklar").

Querrán matarlo y no podrán matarlo ("O'nu öldürmek isteyecekler ama öldüremeyecekler").
Mesajı Paylaş

KAFKASLARIN ÖLÜMSÜZ KOMUTANI: ÞEYH ÞAMİL

Þeyh Þamil, bir ömür boyu işgalciye direnmenin sembolüdür. Kafkasların tarihindeki direniş örneklerinin en güçlüsü ve İslam dünyasında en büyük yankı uyandıranı Þeyh Þamil'di. 1797 yılında doğan Þeyh Þamil, 1834-1859 yılları arasında Kafkasya'da Ruslara karşı gerçekleştirilen isyanı yönetti.

Þeyh Þamil 1797 yılında günümüzde Dağıstan Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan Gimri'de doğdu. Doğduğunda kendisine Ali adı verildi ancak bebekken hastalanınca geleneklere uygun olarak adı Þamil olarak değiştirildi. İyi bir din eğitimi alan Þeyh Þamil, babasının da nüfuzuyla Kafkasya'da etkili bir din adamı konumuna getirildi.

Þeyh Þamil'in gençliği Osmanlıların Ruslar karşısında geri çekildiği ve Kafkasya'daki toprakları kaybettiği bir dönemde geçti. Kafkasya'da Þeyh Mansur ve Gazi Molla liderliğinde Ruslara karşı bir direniş başladı. Bu direniş 1832 yılında Þeyh Mansur'un Ruslar tarafından öldürülmesiyle sona erdi. Þeyh Mansur'un öldüğü çatışmadan sadece iki kişi kurtulmuştu. Bunlardan biri Þeyh Þamil'di.

Þeyh Þamil çatışmadan sonra yaralarının iyileşmesi için uzun bir süre gizlendi. 1834 yılında Þeyh Þamil Ruslara karşı direnen güçlerin başına geçti ve tam 25 sene boyunca Rusları peşinde koşturdu. 1859 yılının 25 Ağustos günü Rus güçlerince yakalandığı zaman Þeyh Þamil 62 yaşındaydı ve hemen hemen tümünü Ruslara karşı savaşarak geçirdiği bir hayatın son dönemlerine girmişti.

Þeyh Þamil bundan sonra 10 sene Rusların elinde tutsak kaldı. 1869'da Hacca gitmesine izin verildi. Burada Kabe'nin üzerine çıkarılarak tüm Hacca gelenleri selamlamasına izin verildi. Þeyh Þamil ülkesine dönmeden burada öldü. Cenazesi Cennet-ül Baki mezarlığına gömüldü
Mesajı Paylaş

VARÞOVA'DA DİRENENLER!

Dünya tarihi zorbalığa, haksızlığa karşı büyük direnenler halklar ve halk hareketlerine sahne oldu. Bunların her biri kendi çağında, kendine has özellikleriyle, kendi açısından büyük direnişlerdi. Ancak bunlardan biri vardır ki tarih ne bir liderini, ne bir öncüsünü hatırlayacak, tüm savaşçılarını birlikte anacaktı: Varşova ayaklanması.

Dünyanın tarihinde görülen en acımasız düşmana, Nazi Almanyasına karşı 1 Ağustos 1944 tarihinde başlatılan ayaklanma tam 63 gün sürdü. Bu ayaklanma büyük kahramanlıkları, büyük trajedileri ve büyük ihanetleri içinde barındırdı ve tarihe bu şekilde yazıldı.

1 Ağustos 1944 tarihine gelindiğinde Sovyet orduları, Nazi ordularını önüne katmış batıya doğru sürüyordu. Bu süreçte 1939 yılından bu yana alttan alta örgütlenen Varşova'daki "Vatan Ordusu" güçleri de bu Nazileri zayıf buldukları bu anda ayaklanmaya karar verdiler. Onlar için özgürlük hiç olmadığı kadar yakın görülüyordu.

Polonya'nın yeraltındaki Vatan Ordusunun generali Bor Komorowski, 1 Ağutos 1944 günü akşam saat 5'te ayaklanmanın başlaması emrini verdi. Komorowski'nin planlarına göre ayaklanma 1 hafta sürecek ve şehir Almanlardan temizlenecekti. Ancak Komorowski, Nazilerin, Kızıl Ordu'ya karşı son direniş noktası olarak Varşova'yı belirlediğini ve buraya onbinlerce askerlik ek sevkiyatın yapıldığını bilmiyordu.

Direnişçiler 4 bini kadın toplam 40 bin askerdi. Bu ordunun elinde sadece 2 bin 500 silah vardı. İç düzenleri çatışmalar sırasında ölen birinin silahını diğer askerin alması prensibi üzerine kurulmuştu. Yani ordunun büyük bir bölümü eli silahlı olan arkadaşlarının ölmesini ve onlardan kendilerine geçecek olan silahı kullanmayı bekliyordu.

Direnişçilerin karşısında ise 30 bin kişilik tanklarla, uçaklar ve toplarla desteklenmiş iyi eğitimli Nazi ordusu vardı.

O gün saat 17'de direnişçiler şehirdeki 180 ayrı Alman askeri noktasına bir anda saldırdı. İlk saldırı planlandığı kadar başarılı olmadığı fakat direnişçiler bazı kilit noktaları ele geçirdi. Þehrin gaz, elektrik ve su tesisatının kontrolü direnişçilerdeydi.

Ayaklanmanın ilk günü 2 bin direnişçi ile 500 Alman askeri öldü. Aynı gün bir matbaayı ele geçiren direnişçiler, 5 yıl aradan sonra ilk bağımsız Leh gazetesini bastı.

Bu sırada şehre sadece birkaç kilometre uzakta bulunan Sovyet orduları durdu. Varşova semaları Nazi uçaklarına terk edildi. Ayaklanmanın son günlerinde Sovyet ordusu Varşova'nın dibindeydi ama hiçbir şekilde Nazilere karşı direnen güçlere Sovyet yardımı gelmedi. Stalin, daha önce Sovyetlere tabii bir şekilde Nazilere karşı savaşmayı kabul etmeyen Polonyalı güçlerin Naziler tarafından tasfiye edilmesini bekleyecekti.

Başarılı geçen ilk günün ardından Almanların hava ve topçu saldırıları başladı. Özellikle hava saldırıları direnişçiler için büyük sorun oluşturuyordu zira ellerinde uçaklara karşı kendilerini savunacak silahları yoktu. Þehrin geri kalan stratejik noktaları ise Alman tankları ve makinelı tüfekleri ile korunuyordu.

Almanlar şehre bir hafta içinde takviye güçler gönderdi. Bu takviye güçler Almanların Türkmenistan ve diğer Orta Asya ülkelerinden silah altına altığı Türkmenlerden oluşuyordu. Bu birlikler şehrin Alman kontrolündeki bölgelerinde 65 bin sivili katletti. Sadece Wola ve St Lazarus hastanelerinde 1,360 hasta bu güçler tarafından kurşuna dizildi.

Aynı birlikler Alman komutanlarının kumandasında sivilleri kalkan olarak kullanarak direnişçilerin üstüne yürüdü. Yaşanan şiddetli çatışmalarda Varşovalı direnişçiler büyük kayıplar vermeye başladı. Ne Batıdan ne de şehrin diğer tarafında bekleyen Sovyet ordusundan yardım gelmedi.

14 Ağustos'tan 2 Eylül tarihine kadar Varşova Eski Þehir meydanı için yoğun çatışmalar yaşandı. Bu çatışmalarda direnişçiler şehrin bir yerden bir yere nakil için şehrin kanalizasyon şebekesini kullanıyordu. 2 Eylül'e gelindiğinde 30 bin sivil ve 2 bin 500 direnişçi Eski Þehir meydanında hayatını kaybetmişti.

Eski şehir meydanının kaybedilmesinden direnişin sona erdiği 4 Ekim tarihine kadar tüm dünyanın bilgisi dahilinde Naziler adeta planlı bir katliama girişti. Bu direnişte 200 bini aşkın Varşovalı katledildi. Hitler direnişçilerden hırsını bu katliama rağmen tam olarak alamamıştı ki Varşova'nın tamamen yıkılmasını ve şehrin mühendislerin çalışmasıyla bir göle çevrilmesi talimatını verdi. Hitler'in bu talimatının ardından tüm Varşova gerçekten yıkıldı, ancak göl planları Sovyet ordusunun ilerleyişiyle bozuldu.

Kaynak:ANF



kaynak=http://www.sosyalci.org/forum/forum_posts.asp?TID=787&SID=11z788fezf322bazb8426c3z6d171zdz Mesajı Paylaş


Paylaş whatsappPaylaş facebookPaylaş linkedinPaylaş twitterPaylaş myspacePaylaş redditPaylaş diggPaylaş stumblePaylaş technoratiPaylaş delicious
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren Replikacep.com sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.Knın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur.Replikacep.com hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri İletişim sayfamızdan bize bildirdikten en geç 3 (üç) iş günü içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.
Footer menü
Hakkımızda
Bize Ulaşın
Biz Kimiz
Hizmetlerimiz